Yeni Yüzyıl'da İletişim Kongresi, İstanbul, Türkiye, 9 - 10 Haziran 2022, ss.129-143
Batı dünyası 1970’lerle birlikte, neoliberal politikaların hâkim olduğu eski tröst temelli kapitalizm yerine esnek
üretim süreçlerinin egemen olduğu bir yapılanmaya geçmiştir. Modern-ötesi olarak adlandırılabilecek bu dönemin
önemli özelliklerinden biri depolitizasyon süreçleri sonucunda toplumun politika ötesi bir yaşam içine girmesidir. Bu
dönemi toplumsal ötesi bir toplum yapısı olarak kitle kavramı ile açıklayan Baudrillard, kitlenin herhangi bir politik,
ekonomik ya da kültürel mesaja yanıt vermez ya da istediği gibi yanıt verdiğini öne sürer. Eski kitle iletişim araçlarının
tüm o anlam dolu mesajlarını reddederken, kamusal sorunlara da uzak durur. 20. yy.’da bilgisayar teknolojilerindeki
gelişmelerin artmasıyla insanların günümüzde adeta bir uzvu haline gelen akıllı telefon, tablet, bilgisayar ve internet
teknolojilerine kadar uzanan çok yönlü bir iletişim yaşanmaya başlamıştır. Sosyal medya araçlarında yaratılan sanal
gerçeklik dijital kimliklerin oluşmasının fitilini ateşlemiştir. Yaratılan sanal âlemde insanların sürekli bir arada olduğu,
anlamlı ve sıcak insani ilişkilerde bulundukları, sorunlar etrafında yapıcı birliktelikler oluşturdukları söylenmektedir.
Bu toplumsal yapı sadece oluşumu daha erken başlayan Batı dünyasında değil, küreselleşme sayesinde dünyanın
her yerinde gözlemlenmiştir. “Arap Baharı” olarak isimlendirilen, Mısır ve Libya’da rejim değişikliğine yol açan
ayaklanmaların örgütlenme yeri olarak sanal ortamlar gösterilmiştir. Uzun bir süre olaylar medya gündeminde
kalmasına rağmen olay bir anda tarihin raflarına kalkmış, bir araya gelen kitle rasyonel süreçlerin ürünü olmadığı
için tepkiler duygusal ölçüde kalmıştır. Yeni medyanın ne kadar interaktif ve katılımcı olduğundan bahsedilse de
aslında modern-ötesi dönemin bireyinin kendi benlik yapılanmasında sürekli içe yönelmesinin bir sonucudur. Bu
bizi bireyselliğe değil bireyciliğe yönlendirmektedir. Bu konuda anketler, kamuoyu yoklamaları, tutum ölçekleri
aracılığıyla yapılan sosyolojik çalışmaların geçersiz olduğu, toplumsal ötesi bir dönemde araştırılan nesne olarak
her zaman bilen modern özneyi yanıltacağı, kitlenin istediği gibi ve duruma göre yanıtlar vereceği söylenmektedir.
Habermas’ın kamusal alan tarifi ve özel alanın sınırlarının belirlenmesi, devlet ile halk arasında bir farklılık meydana
getirirken, toplumsal hareketlenmelerin de önünü açmıştır. Çalışmanın amacı yeni medyanın e-kamusal alan olarak
kullanılmasının dönüşümüne ve toplumsal etkilerine odaklanırken, ulusal ve küresel literatür yoluyla elde edilen
bulgular derlenmiştir.